Kadıyanilik / Ahmedilik

Benzer İçerikler

Kadıyanilik / Ahmedilik Nedir?

19. yüzyıl Hint Coğrafyasının prototipi olarak değerlendirilen Kadıyanilik, Kadıyanlı Mirza Gulam Ahmed tarafından kurulan, merkezine İslam’daki bazı değerler, Hint dünyasına ait düşünceler ve Hristiyanlığa ait anlayışları yerleştiren ve onları kaynaştırmaya çalışan bir sentez, hareket yahut mezheptir.

Kadıyanilik, kurucusunun mensup olduğu yer itibariyle Kadıyaniyye, kurucusunun adından hareketle Mirzaiyye ve daha çok Ahmediyye diye anılan senkretik bir yapıdır. Mensupları daha çok Ahmediyye Hareketi, muhalifleri ise Kadıyaniyye ismini kullanmaktadırlar.

Kadıyanilik Kurucusu Mirza Gulam Ahmed
Kadıyanilik Kurucusu Mirza Gulam Ahmed

Mirza Gulam

Mirza Gulam Ahmed, 1839/1840 yılında Lahor’un güneydoğusunda bulunan Kadıyan şehrinde dünyaya geldi. Ailesi Gürkanlı Devleti’nin kuruluşunu takiben 1530 yılında Hindistan’a gelen Hacı Barlas soyundandır ve Türk olduğu ileri sürülmektedir.

Kadıyan’a yerleşen ve büyük bir maddi servet edinen aile, Sihler’in bölgeye yerleşmesiyle servetlerinin çoğunu kaybetmiş, 1849 yılında İngilizlerin Sihleri mağlup edip bölgeye hakim olmasıyla tekrar servetlerine kavuşmuşlardır. Bu gelişme neticesinde aile tam anlamıyla İngiliz taraftarı olmuştur. Küçük yaşından itibaren iyi bir eğitim gören Gulam Ahmed, özel öğretmenler eşliğinde Kur’an-ı Kerim, Arapça, Farsça, mantık ve felsefe öğrendi.

Mirza Gulam Ahmed, babasının isteği ve çabasıyla 1864 yılında Sialkot Bölge Mahkemesi’nde bir süreliğine memur olarak çalıştı. Hindular, Hıristiyanlar ve diğer dini topluluklar hakkında bilgi sahibi olmuş ve Kadıyan’a geri dönmüştür. Burada tekrar inzivaya çekilerek Kur’an, hadis, tefsir ve dinler konusunda bilgisini geliştirmeye çalıştı. 1876’da babasının ölümü üzerine inzivaya çekilmiş ve “riyazet”te bulunmuştur. Kendisinin vahiy olarak adlandırdığı bazı sesler duyduğunu ileri sürdü.

Mirza Gulam Ahmed, 1877-1878 yıllarında gazetelerde Hindulara ve Hristiyanlara karşı yazılar yazmıştır. O dönemde Hindu ve Hıristiyan ahali ve misyonerlerin İslam’a saldırılarına tepki olarak 50 ciltlik bir reddiye yazacağını ilan etti. Eserin adı “Barâhin-i Ahmediyye” dili Urducaydı. İlk iki cildi İslam’ı savunmaya ayrıldı. 1880’de vahyin kesilmeyip devam ettiğini, Hz. Peygamber’e uyan bir kimsenin zahiri ve batıni bilgilerle bezeneceğini, kendisinin bu yolla pek çok vahiy aldığını bildirdiği 3. ve 4. ciltleri 1884’e kadar yayımlayarak çevrede iyice tanındı. Bu arada ailesinin şükran borçlu olduğu İngiliz Hükümeti’ne övgüler yazmaktan geri kalmadı ve “Cihad”ın gereksizliği üzerinde durmuştur. “Barâhin-i Ahmediyye”nin beşinci cildi 1895 yılında yayımlanmış fakat söz verdiği diğer ciltleri yazamamıştır. Söz verdiği halde yerine getiremediği bu durumu, 5 ile elli arasında farkın sıfırdan ibaret olduğu şeklinde bir savunmayla kapatmıştır.

1885’te kendisini dönemin müceddidi/yenileyicisi ilan etti. 1 Aralık 1888 tarihinde Ludhiana’da, mensuplarından biat alarak ayrı bir cemaat oluşturmasının Allah tarafından emredildiğini belirterek tabilerinin uymak zorunda olduğu on maddelik dindarlık şartlarını ilan etti. Bundan üç yıl sonra aldığı vahiylerin Meryem oğlu İsa’nın tabii bir ölümle öldüğünü, kendisinin Müslümanların ahir zamanda beklediği, İsa gibi sulh taraftarı, cihadını kılıçla değil kalemle yapan Mesih ve mehdi olduğunu, aldığı vahiyler ve gösterdiği mucizeler sebebiyle kendisine inanmanın gerekliliğini ilan etti. Bu konudaki görüşleri, arka arkaya yayımlanan “Feth-i İslam”, “Tavzih-i Meram” ve “İzale-i Evham” adlı Urduca kitaplarda açıklamıştır.

Gulam Ahmed, 1893-1894 yıllarında yeni kitaplar yazmıştır. Arapça yazılmış olan bu eserler; “Keramatu’s Sadıkın”, “Hamametu’l Buşra”, “Nuru’l -Hak” ve “Sırru’l-Hilafe”dir. Arapça’nın bütün dillerin anası olduğu fikrini ispatlamak için 1895 yılında yazdığı eser, “Minanu’r-Rahman”dır.

11 Nisan 1890’da okuduğu ilhama dayalı olduğu iddia edilen hutbeden sonra kendisi için kullanılan nebi ve resul ifadelerine ses çıkarmayan Gulam, 1902 yılında Amritsar’da toplanan konferansta kendisinin Allah’ın zılli anlamda bir peygamberi olduğunu, şeriat getirmediğini, nübüvvetinin Hz. Peygamber’in nübüvvetinin bir yansıması olduğunu ilan etti. 1904 yılı Kasım ayında Sialkot’ta, kendisinin Müslümanlar için mehdi, Hristiyanlar için Mesih, Hindular için de Krişna olduğunu ilan etti. 26 Mayıs 1908’de bir tebliğ sunmak üzere gittiği Lahor üniversitesi salonunda ansızın ölen Gulam Ahmed, ertesi gün götürüldüğü Kadıyan’da defnedildi.

Kadıyanilerin İnanç Esasları ve İbadet Uygulamaları

Kadıyanilere göre Ahiret, yeni bir oluşum değildir. Gulam Ahmed, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’den sonra yeni vahiy gelmeyeceğini ve asıl şefaat edenin Allah olduğunu savunmuştur. Ayrıca gerçek nebilik için de Cebrail’in gelmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu doğrultuda Gulam Ahmed Şeriat’ın Kuran ve Hz. Muhammed ile olgunlaşarak tamamlandığını Cebrail’in kendisine de geldiğini ancak şeriat getirmediğini iddia etmiştir.

Kadıyanilik mezhebine mensup kişiler kendilerini İslam’ın temsilcisi olarak tanıtırlar ve Kuran’ı Kerim’i “kutsal” kabul ederler. Kuran dışındaki kutsal kitaplarının en önemlileri “Keramatu’s Sadıkin”, “Hamametu’l Buşra”, “Nuru’l-Hak” ve “Sırru’l-Hilafe”dir.

Kadıyanilik anlayışına göre meleklere iman etmek şarttır. Bu manevi varlıklar Allah tarafından yaratılmıştır. Onları gözle görmek mümkün değildir fakat ruhla görülebilirler. Ahmediye Cemaati Başkanı Mirza Mahmud Ahmet Fatiha Suresinin tefsirini bir melekten öğrendiğini açıklamıştır.

Kadıyanilere göre Kuran-ı Kerim, asla değişmez ve ortadan kaldırılamaz bir kitaptır. Onlar Kuran’ı Kerim’deki her harf ve kelimenin Allah’ın kelamı olduğuna ve Kuran’ı Kerim’e fiilen uymanın gerekli olduğuna gönülden inanırlar. Şeytanın varlığını kabul etmekle birlikte onun gücünü ortadan kaldırma görevini Tanrı’nın kendilerine verdiğini savunurlar.

Kadıyaniler, mümin veya kafir, hiç kimsenin ebediyen azaba uğramayacağına inanırlar. Kadıyaniler üç tür gelir kaynağına sahiptir. Bunların başında zekat bulunur ki bir kısım Kadıyani kendisi zekat verir, kimisinden ise görevliler toplar. Diğeri, her Kadıyani’nin aylık gelirinin on altıda birini vermek zorunda olduğu mecburi ödemelerdir. Son olarak, Kadıyani olan kimsenin öldükten sonra malının onda birini Kadıyaniliğe ayırması ve bunu vasiyetine yazmasının istenir.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İlginizi Çekebilir

Tanrı ve İnsan – 2

Eşref-i mahlukat olarak addedilen insan, bu özelliğiyle tasavvufta daha da derin anlamlar yüklenerek yüceltilmiştir. İnsan’ın Yaratıcının yer yüzündeki halifesi...