İçindekiler
Büyük Hun İmparatorluğu. Orta Asya’da kurulan en eski Türk devleti (İ.Ö. 220- I.S. 216).
Giriş
Asya Hunları adı tarihte ilk kez M.Ö.318 yılında yapılan Kuzey Şansi savaşında geçer. Daha önceki tarihsel bilgiler sonradan yapılan araştırmalarla sağlanmıştır. Hunların Çin kaynaklarına girmeleri, Çin sınırlarından içeriye doğru yaptıkları sürekli akınlar yüzündendir. Çin sınırlarından içeri giren bu kavimler gittikleri yerleri yağma ederek yakıp yıkmışlardır.
Ayrıca Çin prensleri ve hanedanları birbirlerine karşı giriştikleri savaşlarda, genellikle kuzeyde oturan Hunların yardımını istemişlerdir. Çin’in dağınık olan iç durumu da Hunların bu ülkeye sürekli akın yapmaları için elverişli bir ortam yaratmıştır. Hun etkinliği giderek artmış ve Hunlar sonraları Kore’den Aral Gölü’ne kadar uzanan büyük bir imparatorluğu kurma olanağına kavuşmuşlardır.
İmparatorluğa Doğru
Hun imparatorluğu’nun asıl yönetici kadrosunda olanlar Türk boylarıydı. Türklerin yanı sıra Moğollar ve Tunguzlar gibi diğer Orta Asya kavimleri de bu imparatorluk içinde yer almışlardır. Ancak devlette orman kavimleri olan Moğolların veya Tunguzların değil, bozkır kavmi olan Türklerin kültürü egemendi. Devletin hanedanı Türk, kullandığı dil Türkçeydi. Türkçe’den gelen “Hun” adı adam, insan ve halk anlamında kullanılıyordu.
Mongoloid ırkla ilgisi bulunmadığı anlaşılan Hunların kurdukları devlet ve uygarlığın tarihi M.Ö. 2500 yılına kadar uzanmaktadır. Kansu ve Şensi bölgeleri Hun uygarlığının ana merkezidir. Hunlar genellikle, av, hayvancılık ve tarımla uğraşmışlardır. Büyükbaş hayvan yerine at yetiştirmişlerdir.
Hunlar daha sonraları Türkler diye adlandırılan boyların ilk atalarıdır. Genelde göçebe bir kavim olduklarından yalnızca Çin’e değil, Asya’nın tüm bölgelerine göçler ve akınlar yapmışlardır. Onların bu hareketli ve savaşçı yaşamları nedeniyle kurdukları devlet kısa zamanda büyümüş ve Türklerin ilk kurduğu imparatorluk durumuna gelmiştir. Savaşçı bir yapıya sahip bulunduklarından o dönemde yaşayan hiçbir ulus Hunların akınlarını durduramıyordu. Bitip tükenmeyen Hun saldırılarından bıkan Çinliler, sonunda kurtuluşu, ülkelerini çevreleyen Büyük Çin Seddi’ni yapmakta buldular.
M.Ö.220’de başa geçen ilk Hun hakanı Teoman o zamana kadar dağınık yaşayan Hun boylarını merkezi bir yönetim altında toplayarak Hun devletinin ilk kurucusu olmuştur.
Mete Han Dönemi
Teoman’dan sonra, veliaht olan büyük oğlu Mete hükümdar olacaktı. Fakat Teoman, annesi başka bir kadın olan küçük oğlunun yerine geçmesini kararlaştırdı. Bu çocuğun annesinin Teoman üzerinde etkisi çoktu. Teoman, Mete’yi veliahtlıktan çıkardı. Hunların düşmanı olan Yüeçlilere rehine olarak gönderdi. Mete’nin öldürülmesi için Yüeçilere savaş açmaya karar verdi. Bu durumu öğrenen Mete, gizlice Yüeçilerin yanından kaçarak ülkesine döndü. Kendisine bağlı olanları çevresinde topladı. Sonra babasının üzerine yürüyerek onu yenilgiye uğrattı. Babası, üvey annesi ve kardeşi öldürüldü.
Mete (Motun), M.Ö. 209’da Hunların hükümdarı oldu. Değerli bir devlet adamı ve cesur bir komutandı. Önce içte güvenliği sağladı. Ordusunu güçlendirmeye önem verdi. Askerlerine, sıkı bir disiplin altında savaş talimleri yaptırdı. Tarihin ilk ve düzenli ordusunu kurdu. Çin dahil olmak üzere doğu ve batı seferlerine çıktı. Çeşitli kavimleri egemenliği altına alıp bazılarını bölgeden sürdü. Çin’i vergiye bağlayarak dönemin en güçlü devletini meydana getirdi. M.Ö.177 yılına kadar süren bu zaferler sona erdiğinde Hun İmparatorluğu’nun sınırları Kore ve Japon denizinden Volga nehrine kadar ulaşıyor ve Sibirya’nın güneyi de bu devletin sınırları içinde yer alıyordu.
Bu seferler sonunda Mete Han, Asya’da yaşayan tüm Türk kavimlerini merkezi bir otorite ve tek bir bayrak altında birleştirmeyi başardı. Ayrıca Moğollar, Tunguzlar, Tatarlar ve Çinlilerin büyük bir kısmı da Hun İmparatorluğu sınırları içinde yaşamaya başladılar. Mete, M.Ö. 174 yılında öldü. Onun kahramanlıkları Oğuz destanının konusu olmuştur. Mete bu destanda Oğuz diye anılır.
Yıkılma Nedenleri ve Süreçleri
Mete’den sonraki Hun hükümdarları, yüz yıldan fazla bu devletin güçlü kalmasını sağladılar. Çinlilerle başarılı savaşlar yaptılar. Fakat zamanla Çinlilerin etkisi ve baskısı altında kaldılar. Çinliler, Hunların saldırılarına karşı ülkelerini silahlı kuvvetleriyle koruyamayınca bu devleti içten yıkmayı tasarladılar. Bir amaçla gizlice gönderdikleri görevliler ve Hun büyükleriyle evlendirdikleri Çinli prensesler, boyları ve hanlıkları birbirine düşürdüler. M.Ö. 60 yılında Hunlar arasında iç savaşlar başladı. Bu anlaşmazlıklar sonucunda Hun imparatorluğu, Kuzey Hunları ve Güney hunları olmak üzere ikiye bölündü (M.S. 48). Her ikisinin başında da aynı soydan gelen prensler bulunuyordu. Güney Hunları, Çin’in egemenliği altına girdi.
Bunlar, Çinlilerin kışkırtmasıyla Kuzey Hunlarına saldırdılar. İki Hun devleti arasında uzun süren savaşlar oldu. Çinliler, Güney Hunlarının ve Sienpilerin yardımıyla Kuzey Hunlarını yenilgiye uğrattılar ve önemli yerleri ele geçirdiler. Daha sonra Sienpiler, Kuzey Hunlarının ülkelerini alarak bu devleti yıktılar (M.S. 150).
Kuzey Hunlarının bir bölümü batıya doğru çekilerek Seyhun ve Ural bölgelerinde yerleştiler. Bunlar, Hazar gölünün kuzeyinde Batı Hun imparatorluğunu kurdular. Öteki bölümü Güney Hunlarına katıldı. Güney Hunları, Çinlilerin yönetiminde bir süre daha varlıklarını sürdürdüler. Çinliler, M.S. III. yüzyılda Güney Hun devletini de ortadan kaldırdı.
İdari, Askeri ve Sosyal Yapı
Devlet Yönetimi
Hun imparatorluğu, boyların, hanlıkların ve şehirlerin birleştirilmesinden meydana gelmiş kavimler federasyonuydu. Devlet, soyluluk derecesine göre hiyerarşi içine girmiş boy ve budun topluluğuna dayanırdı. İmparatorluğun başında bulunan hükümdara “Tanrıkut” denirdi. Tanrıkut, kutsal sayılırdı. Soylulardan oluşan kurultay, hükümdarın başkanlığında toplanır, devlet işlerini görüşür ve karara bağlardı.
İmparatorluk ülkeleri, orta, doğu, batı olmak üzere üçe ayrılmıştı. Orta bölümde tanrıkut bulunurdu. Doğu bölümünü veliaht, batı bölümünü hükümdar soyundan bir prens yönetirdi. Bunlar içişlerinde bağımsız davranırlardı. Yalnız savaş açma ve barış yapma gibi önemli devlet işlerine tanrıkut karar verirdi.
Hunlar, egemenlikleri altına aldıkları ülkelerin halkına iyi davranırlar, inançlarına, gelenek ve göreneklerine karışmazlardı. Fakat, ayaklanmaları sertlikle bastırırlar, vergilerin toplanmasında titizlik gösterirlerdi.
Boylar sistemi ile Hun devletinin yönetim düzeni geniş ölçüde birbirine girmiş ve özdeşleşmişti. Hun devlet örgüsü kavim sisteminin üzerine akıllıca örtülmüş bir örtüydü. Yönetimde toplantılar düzenli olmamakla birlikte, boy ve budunların işleriyle imparatorluğun politikası arasında eşgüdümü sağlamak için zaman zaman toplanan kurultay; kağan ailesini, büyük askeri şefleri, boy ve budun beylerini bir araya getirirdi.
Ordu
Hunlar güçlü, çevik, atılgan ve yiğit insanlardı. Hayatları at üzerinde ve savaş yapmakla geçerdi. Sıcağa, soğuğa ve susuzluğa karşı dayanıklıydılar. Çin yazarları Hunların binicilikte, ok atmada, kılıç ve kargı kullanmada benzerleri olmadığını, hiç bir milletin bunlara karşı duramayacağını belirtmişlerdir. Hunlar çocuklarına daha küçük yaşta iken ata binmeyi, ok ve yay kullanmayı öğretirler, ava götürürler ve tam bir asker olarak yetiştirirlerdi.
Ordu yalnızca soylu boyların ve köle olmayan özerk boyların sağlayacağı askerlere dayanmazdı. Savaşta yenilen ve köleleştirilen boylar da aynı biçimde asker sağlamakla yükümlüydü. Bu nedenle Mete Han bozkırda yüzyıllar boyu kullanılacak ve Cengiz Han zamanında geliştirilecek olan onlu düzenleme sistemini geliştirmişti. Ordu, her birinin başlarında şefleri bulunan 10, 100, 1000 kişilik bölümlere ayrılmıştı. Onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümenbaşı deyimleri bu düzenlemeden ileri gelmekteydi. Bu birlikler boylar çerçevesinde gerçekleştirilirdi. Büyük aile 10, boy 100, budun ise 1000 asker sağlamakla yükümlüydü. Diğer yandan, askeri sistem mülki yönetimin de temelini oluşturmaktaydı. Bu sistem akrabalığa dayalı sistemi yıkarak merkeziyetçi bir yönetim getirmişti.
Barış zamanında bir boyun askerleri geleneksel beyinin yanında çobanlık yapardı. Hem beylerine, hem de beylerinin aracılığıyla Hun devletine vergi öderdi.
Din
Hunlar tanrıların gökte, yeryüzünde ve yeraltında bulunduklarına inanırlardı. Göğün en büyük Tanrısı insanları soğuğa karşı koruyan, karanlıkları kovan ve ürünleri yetiştiren Güneş’ti. Tıpkı güneş gibi Ay’da büyük bir Gök Tanrı sayılırdı. Yeryüzü tanrıları, ırmaklar, dağlar, göller ve yüksek ağaçlardı. Bu tanrılar hem sevilir ve hem de onlardan korkulurdu.
Yeraltı ülkesini veya yeri yöneten Tanrıya Yerlik Han denirdi. İnsanları yok etmek ve karanlıklara çekmek isteyen kötü ruhlar, onun buyruğunda idiler. Bu hiç sevilmeyen ve kendisinden korkulan Tanrıydı. Hunlar, yılda bir kez Tanrılarının ve atalarının ruhları için kurban keserlerdi. Bu kurban töreninde ileri gelen büyükler toplanır, ülke sorunlarını görüşürlerdi.
Hunlar, dünyanın ruhlarla dolu olduğuna, insanların yaşayışında bu ruhların etkisi bulunduğuna inanırlardı. Ruhlarla insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen din adamlarına şaman denirdi.
Bu eski Türk dinine de Şamanlık adı verilmiştir. Hunların inanışlarına göre, ölen insanların kötü ruhlardan temizlenmeleri ve göğe çıkabilmeleri için üç aydan altı aya kadar gömülmeden bekletilmesi gerekliydi. Bu zamanda ruhun evin ve cesedin çevresinden ayrılmadığı sanılırdı. Ölünün akrabaları yuğ denilen cenaze törenleri yaparlardı. Bu törenlerde kurbanlar kesilirdi. Ölünün değerli eşyaları da mezara konurdu. Ölülerin eşyaları ile beraber gömüldükleri mezarlara kurgan adı verilmekteydi. Ruhun dinlenme yerine gitmesine şamanlar yol gösterirdi.
Göktanrı’ya inanan Hunlar her zaman güneşin doğduğu yer olan doğuya büyük saygı gösterirler ve törenlerini doğuya dönerek yaparlardı.
Sosyal ve Ekonomik Durum
Hun ülkesinde ticaret, ancak belirli kentlerde yapılırdı. Halkın büyük kısmı yaylak ve kışlak ardında göçebeliği sürdürürdü. Bunların en önemli geçim kaynağı hayvancılıktı. Koyun, deve ve at yetiştirirlerdi. Buna karşılık yerleşik komşularından tahıl, baharat, pirinç, çay gibi şeyler alarak kendi malları ile takas yaparlardı. Göçebeler, sürekli olarak bir yerde kalmazlar, mevsimlere göre sürülerine ot ve su bulmak için sık sık yer değiştirirlerdi. Barınakları, çabuk kurulup sökülebilen ve kolaylıkla taşınabilen çadırlardı. Kullandıkları eşya da küçük ve taşınabilir boyda yapılırdı. Çadırların, her köşesi büyük bir titizlikle süslenirdi. Göçebeler, bazı zamanlarda bir arada toplanırlar, çadırları şehir büyüklüğünde bir alanı kaplardı. Hunların bir bölümü de akarsu boylarında ve önemli ticaret yolları üzerinde kurulmuş olan şehir ve kasabalarda yaşardı. Bunlar tarımla, sanatla ve ticaretle geçimlerini sağlarlardı.
Hunlar, silah yapmada, deri ve ağaç işlerinde, dokumacılıkta ileri gitmişlerdir. Maden işlerinde en çok demir, tunç, altın ve gümüş kullanılmıştır. Deriden eğer ve koşum takımları, çadır ve elbise yapılmıştır. Yünden halı, kilim, seçe ve elbiselik kumaş dokunmuştur.
Ekonomik işler ve askeri seferler iyi gittiği sürece İmparator ve devlet güçlü görünürdü. Çin ve Türkistan yiyecek göndermeyince devletin ve imparatorun durumu sarsılır ve bu durumda, bağımlı yaşayan boy ve budunların merkeze karşı ayaklandıkları sık sık görülürdü. Hun devleti, vergi ve asker sağlamakla yetinen ve bağımlı boy ve budunların iç düzenlerine pek az dokunan, ince bir bürokrasiye ve hiyerarşik biçimde sıralanmış boy ve budunlara dayanırdı. Köle durumundaki boylar bile vergi ve hizmet yükümlülükleri dışında özerkliklerini korurlar ve kendi ekonomik uğraşlarını sürdürürler, kendi hayvan sürülerini yetiştirebilirlerdi. Bozkırda bir süre sonra boylardan birisi büyüyerek diğerlerine egemen olurdu. Efendi-köle ve boy ilişkisi bir sömürü düzeninin varlığına karşın geçici bir durumdu.
Çin köylüleri büyük toprak kiraları yüzünden yoksul duruma düştükleri zaman Çin Seddi’ni aşarak Hunlara sığınmışlardı. Hunlar’da boy dayanışmasına dayanan ataerkil yaşam sürdüğünden boylardaki kölelerin yaşama koşulları Çin’e oranla daha elverişliydi. Aslında Hun siyasal birliğinin kuruluşunda, otlakların yitirilmesi ve genel bir yoksulluğun başlaması önemli rol oynamıştı. Bu nedenle, Hun devletinin ilk dönemlerinde boy dayanışmasının ve boy içi demokrasinin bir ölçüde geçerli olduğu düşünülebilir. Her yılın dokuzuncu ayında, geniş bir alanda herkesin katıldığı bir toplantının düzenlenmesi, sayım yapıldıktan sonra ortak sorunlar üzerinde herkesin ayrıcalıksız konuşması Türkler’de demokrasi geleneğinin ilk belirtisi sayılabilir. Sonraları, Çin ile ilişkilerin gelişmesi ve bu ülkenin haraca bağlanması ile toplumsal düzen değişecek, geniş kitle yoksullaşırken beyler giderek zenginleşecektir. Çobanlar, artık giderek köleler arasından seçilmeye başlanacaktır.
Kültür ve Sanat
Türk tarihinin temelini Hun devletinin yarattığı düzen ve inanç oluşturuyordu. Altay dağları ve yöresi Hunlar aracılığıyla ilk Türk kültür ve sanatının yeşerdiği merkez oluyordu. Altay dağlarında rastlanan kurganlar bunun en açık göstergesidir. Kurganlardan çok değerli bulgular ele geçmiştir. kurganların içine dolan ve hemen donan kar sularının, yüzyıllar boyunca erimeden kalması nedeniyle, buralara konan halılar, keçeler, kumaşlar, işlemeler, ağaçtan yapılan eserler bozulmadan, çürümeden günümüze kadar kalmıştır.
Altayların kuzeyinde zengin altın madenlerinin bulunması, Hun kültüründe ve sanatında altın ve altından eşyaya ayrı bir yer kazandırmıştır. Orhun nehrinin yanında Hunlar kendi başkentlerini kurmuşlar ve sanat eserleri ile bu bölgeyi donatmışlardı. Altaylıların yerli dokuma tekniğinin yanı sıra Çin ipeklileri ve İran dokumaları da Hunların günlük yaşamına girmişti. Yünden yapılan keçeler dokuma tekniğinin önde gelen ürünüydü. Üzerleri çeşitli süslemeler ile kaplı keçeler değişik yerlerde kullanılıyordu.
Süs resimleri arasında av sahneleri birinci plandaydı. Altay dağları ile Güney Rusya arasında her zaman bir kültür bağlantısı bulunmuş ve Kazakistan bozkırları bu iki bölge arasında bir kültür köprüsü görevi yapmıştı. Altay dağlarındaki Pazırık bölgesi Doğu ve Batı kültürlerinin kaynaşması ile yepyeni bir uygarlığa kavuşmuştu.
Hunlar, silahlarını kullandıkları eşyayı ve araçları, at koşumlarını süslemekte çok başarılı olmuşlardır. Yaşayışlarının etkisiyle en çok koşan, birbiriyle boğazlaşan hayvan motiflerine önem verilmiştir. Hayvanların birbirine saldırışları büyük bir canlılıkla belirtilmiştir. Ayrıca, Hunlar her türlü hayvanın heykelini de yapmışlardır. Heykel yapımında daha çok bronz kullanılmıştır. Ancak tahtadan yapılmış hayvan figürlerine de rastlanmıştır. Yarı insan yarı geyik biçiminde, ruhları temsil eden çeşitli heykelcikler de görülmüştür. Türklerin kutsal saydıkları geyik Hun sanatının önde gelen figürleri arasında yer almıştır. Altay dağlarında görülen hayvanlar ile savaş sahnelerinin din açısından da bir anlamı vardı.