İçindekiler
Giriş
Köyden şehre geçiş süreci, hepimizin gözlemlediği gibi birçok örf ve ananenin kaybolmasına sebebiyet vermiştir. Bu yok oluş ve dejenerasyon, bazı adetler için çok yerinde bir süreç olmasına rağmen bazı durumlarda ise geçmişten kopuk ve yozlaşmış bir neslin yetişmesine neden olmaktadır.
İstismar konusu olan ve günümüzde tarihsel anlamını yitiren ayak yıkama kaybolan geleneklerden biridir. Kısmen gördüğüm ve aile büyüklerinden duyduğum bu geleneğin mitolojik çağlara kadar uzandığını görmem beni bir hayli şaşırttı. Bu meseleyi mitler ve Anadolu geleneklerine göre irdeleme ihtiyacı hissettim.
Tarihi Anlamda Ayak Yıkama
Anadolu tarihinde misafire büyük bir değer verilmektedir. “Tanrı misafiri”, “Misafir rızkıyla gelir” gibi sözlerle bu değer vurgulanırken Alevi öğretisinde “Mihman Ali’dir” denerek kavram daha da yüceltilmiştir.
Misafire yapılan hizmetlerden biri de ayak yıkamaydı. Gelen her misafirin muhakkak ayağı yıkanır, en temiz havlular ile kurulanır, misafirin rahat etmesine gayret edilirdi. Bu adetin mitolojik hikayelerde de geçmesi, şaşırtıcı olmakla beraber Kadim Anadolu’nun ne kadar büyük bir mirasın sahibi olduğunu bizlere göstermektedir. Mitolojik bir çok hikayenin de Anadolu’da geçtiğini göz önünde bulundurursak bu konu daha iyi anlaşılacaktır.
Mitolojik Anlatılar
Odysseus efsanesinde de benzer figürlere rastlanmakla beraber biz Zeus’la ilgili olan hikaye üzerinde duracağız. Tanrı Zeus’un, yalnız yaşayan mutlu ve yaşlı bir çift olan Philemon’la Baukis’u ziyaret etmesiyle başlar hikaye. Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü kitabında bu yaşlı çiftin Zeus ve Hermes’i nasıl ağırladığını şu şekilde aktarıyor;
“Philemon’la Baukis misafirleri içten gelen bir sevinçle karşılarlar. Onları ağırlamak için alçak sedirin üstüne saman dolu torbalar koyarlar. Baukis ocaktaki külleri eşeleyip, ateşe kuru yapraklarla ağaç kabukları katar. Uzun uzun üfler, sonra alev dillerini çürük zeytin kökleriyle örter. Philemon da bahçeden bir lahana getirir. Baukis lahanayı ayıklayıp ateşe koyarken, kocası asılı duran kuru etten bir dilim keser. Yemek pişedursun, karı-koca bir tahta kaba su koyup ateşin yanında ısıtırlar ve misafirlerinin ayaklarını yıkarlar. Kaba ama tertemiz havlularla silerler.”
Bu ziyaretten memnun kalan Zeus çifte mutluluk dolu bir hayat bahşeder ve hikaye çiftin tek gövdeli iki ağaca dönüşmesiyle son bulur.
Dini Ritüel Olarak Ayak Yıkama
Ayak yıkama Antik Yunan’daki mitolojik anlatılarda da dini bir ritüel olarak uygulanırdı. Odysseus birini öldürdükten sonra sadece kendi ellerini ve ayaklarını değil, adamlarının ellerini ve ayaklarını da yıkardı.
Antik Yunan’da birinin ayaklarını yıkamadan tapınağa girmesi, Tanrılara karşı bir tür küfür olarak kabul edilirdi. İnsanların ayaklarını yıkamaları için tapınakların önüne su leğenleri konulurdu. Temizlik ve saflıkla ilgili terimler, tapınağa girmeden önce yapılacak özel bir dini ritüel biçimi olarak ayak yıkama ile birlikte söylenirdi.
Romalılar, insanın Tanrılara ancak tamamen arınmış olmaları halinde yaklaşabileceğine inanıyorlardı. Kurban sunulmadan önce ayak yıkama ritüeli önemli bir dini temizlik uygulamasıydı.
Yahudiler içinde ayak yıkama önemli bir uygulamadır. Zira Tevrat’ta bu husus şöyle anlatılır. “RAB Musa’ya şöyle dedi: 18 “Yıkanmak için tunç bir kazan yap. Ayaklığı da tunçtan olacak. Buluşma Çadırı ile sunağın arasına koyup içine su doldur. 19 Harun’la oğulları ellerini, ayaklarını orada yıkayacaklar. 20-21 Buluşma Çadırı’na girmeden ya da RAB için yakılan sunuyu sunarak hizmet etmek üzere sunağa yaklaşmadan önce, ölmemek için ellerini, ayaklarını yıkamalılar. Harun’la soyunun bütün kuşakları boyunca sürekli bir kural olacak bu.” (Mısır’dan Çıkış 30: 17-21)
Anadolu’da misafire verilen değer ve inanç içerisinde bu hizmetin yer edinmesi bin yıllar boyunca devam etmiş gibi görünmektedir. Keza İsa Peygamber de havarilerinin ayağını yıkamıştı. Hristiyanlık’ta ruhban sınıf içerisinde Avrupa’ya taşınan bu gelenek yine ruhban sınıfı içerisinde devam etmiş gibi görünmektedir.
Katoliklere göre ayak yıkama ritüeli tüm inananların uygulaması gereken bir hizmettir. Alçakgönüllülüğü ve eşitliği simgeler. Azizlerin ayaklarının yıkanması olarak da bilinen bu ritüel, herkesin eşit olması hasebiyle kişinin konumundan ayrı olarak Hristiyanlara hizmeti gösterir. İslam içinde ayak yıkama önem arz eder. Zira ibadetleri yerine getirmeden önce alınan abdestte ayak yıkama farz olarak nitelendirilmiştir.
Sosyolojik Anlamda Ayak Yıkama
Ayak yıkama genellikle kadın köleler tarafından yapılırdı. Dolayısıyla toplumsal anlamda düşük bir iş olarak kabul edilirdi. Ancak köle olmayan biri başka bir insanın ayaklarını isteyerek yıkarsa dostluk ifadesi olarak algılanırdı. Bunun yanında evde yaşlı aile üyelerinin ayaklarını yıkamak saygı biçimi olarak kabul edilirdi.
Romalılar için ayak yıkama günlük aktivitelerin önemli bir parçasıydı. Bir insan bir gün ayaklarını yıkamazsa medeni sayılmaz ve ayıplanırdı. Bunun yanında Romalılar, misafirlerin ayaklarını yıkamak için su hazırlarlardı. Bir ziyafet esnasında, misafirlerin iştahlarını artırmak ve dinlenmelerine yardımcı olmak için bir leğen soğuk su hazır bulunurdu.
Kadınların kocalarının ayaklarını yıkaması yaygın bir uygulamadır. Tarihte birçok uygarlıkta görülürdü. Bu uygulama eşler arasında incitici ve zorlayıcı bir işlem olarak değil daha ziyade sevginin ifadesi olarak kabul edilmekteydi. Evde hizmetçiler olsa dahi evin erkeğinin ellerini ve ayaklarını yıkamak kişisel alana girmekteydi. Bu nedenle bu görevi eşler yerine getiriyordu.
Tıbbi Uygulama Olarak Ayak Yıkama
Asırlar boyu bütün geleneklerde ve dinlerde kendine yer bulan ayak yıkama, başlangıçta tıbbi bir uygulama olarak vücut parçalarını yıkama geleneği olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir. Günümüz tıp dünyasında bu kanı bir nevi doğrulanmıştır. Ayak tabanı bölge bölge farklı organları uyarmakta ve bir çeşit resetleme işlemi görmektedir. Suyun da iyi bir uyarıcı olduğu göz önünde bulundurulunca, ayak yıkamanın bir çeşit genel arındırma işlemi olduğu söylenebilir.
Sonuç
Kadim Anadolu, ayak yıkama ve buna benzer pek çok geleneğin nesilden nesile aktarılmasına vesile olmuş bereketli topraklarıyla nice nesilleri de barındıracaktır muhakkak. Ahmed Arif’in şiirinde dediği gibi;
“Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun?”