İçindekiler
Büyük Selçuklu Devleti, 1037 yılında Ön Asya’da kurulan güçlü bir Türk Devletidir.
Selçuk Bey
Büyük Selçuklu Devletinin kurucusu sayılan Selçuk Bey, Dukak (Dokak) adlı bir beyin oğludur. Dukak ise Oğuz devletinin ‘subaşısı’ydı. Dukak’ın ölümünden sonra yerine oğlu Selçuk subaşılığa gelmiş, cengaverliği ile genç yaşta büyük ün kazanmıştır. Çok fazla sivrilmesi nedeniyle Yabgu ile arası açılmıştır.
Yabgu’nun kendisine bir kötülük yapmasından veya saldırıya geçmesinden kuşkulanan Selçuk Bey, Oğuzlar’ın Kınık boyuna dahil olan kendi topluluğu ile birlikte gizlice ülkeyi terk ederek Cend kentine gelmiştir. Selçuk’un, Cend şehrine gelişi, Türk tarihinde önemli bir dönemin başlangıcı oldu.
Yabgu, bu bölgede etkili olamıyordu. Yalnız, yılda bir kez vergi toplamak için memurlarını gönderiyordu. Bu sırada, Türkler arasında İslam dini hızla yayılıyordu. Cend ve çevresindeki halkın çoğu Müslüman olmuştu. Selçuk Bey, Oğuzlar devleti yabgusunun yıllık vergiyi almak için gönderdiği memurları, kâfire haraç vermeyeceğini söyleyerek geri yolladı. Oğuzlar devletiyle de savaştı. Onun bu davranışları ve başarıları ününü artırdı. Öteki Türk boylarının çoğunun kendisine bağlanmasını sağladı.
Kuruluş
Selçuk Bey, yüz yaşını geçmiş olarak Cend şehrinde öldü (1009’a doğru). Yerine büyük oğlu Arslan Bey geçti. Selçuk Bey’in Musa, Yusuf ve Mikail adında üç oğlu daha vardı. Mikail kendisi hayattayken öldü. Mikail’in oğulları Tuğrul Bey ile Çağrı Bey’di.
Selçuklu ailesi, Arslan Beyin başkanlığını kabul etmekle birlikte Selçuk Beyin öteki oğulları ve torunları, kendilerine bağlı boyların başında bulunuyorlardı. Samanoğulları devletinin yıkılmasından sonra Selçuklular, Gaznelilerin ve Karahanlıların arasında kaldı. Gazneli Mahmut, Arslan Beyi oyuna getirerek Hindistan sınırındaki Kalincer kalesine hapsetti. Arslan Beyin tutuklanmasından sonra Tuğrul ve Çağrı Beyler, Selçukluların başına geçtiler (1025). Arslan Bey ise tutuklu bulunduğu yerde öldü.
Tuğrul ve Çağrı Bey Dönemi
Tuğrul ve Çağrı beyler, Gazneli Mahmut’un yerine geçen Mesut’tan, kendi topluluklarına yurt olmak üzere yer istediler. Fakat bu dilekleri kabul edilmediği gibi üzerlerine de kuvvet gönderildi. Selçuklular, bu kuvvetleri bozguna uğrattı. Bu arada Sultan Mesut Hindistan’a doğruda seferler düzenliyordu. Bu durumdan yararlanan Tuğrul ve Çağrı beyler, günden güne kuvvetlerini arttırdılar. Sultan Mesut’un Selçukluları durdurma çabaları başarısız oldu ve Horasan’ın önemli şehirlerinden olan Nişabur ele geçirildi.
Tuğrul Bey, büyük bir törenle Nişabur’a girdi ve büyük sultan olarak karşılandı. Sultan Mesut’un buradaki tahtına oturdu. Adına hutbe okundu. Abbasi halifesi onu Horasan sultanı ve bütün Türkmenlerin başı olarak tanıdı. Böylece, Selçuklu devleti kurulmuş oldu (1038).
Selçuklular, ele geçirdikleri ülkelerin halkına çok iyi davranıyorlar, onların törelerine ve geleneklerine saygı gösteriyorlar ve az vergi alıyorlardı. Onun için yönetimlerine karşı bir direnme olmadı. Selçukluların bu başarıları üzerine Gaznelilerin hükümdarı Mesut, iyi silahlanmış elli bin kişilik ordu ve üç yüz savaş fili ile Horasan’a doğru yürüyüşe geçti. İyi bir strateji uygulayan Tuğrul ve Çağrı beyler, Mesut’la hemen savaşa tutuşmadılar. Dandanakan’da gerçekleşen savaşta Selçuklular, karşılarındaki orduyu darmadağın etti (1040). Sultan Mesut, güçlükle kaçarak canını kurtarabildi. Bu zaferle, Büyük Selçuklu imparatorluğunun temeli atılmış oldu.
Fetihlere devam eden Tuğrul Bey, Rey şehrini başkent yaptı. Bu arada İslam Halifesi üzerinde de büyük baskılar vardı. Tuğrul Bey güç duruma düşen Abbasi halifesi Kaimbiemrillah’ın çağrısını kabul ederek Bağdat’a girdi. Halifeyi, Şii olan Büveyhoğulları devletinin baskısından kurtardı ve koruyuculuğu altına aldı. Böylece İslam ülkelerinin en büyük sultanı oldu.
Anadolu ve Doğu Roma Münasebetleri
Tuğrul Bey, Doğu Roma imparatorluğunun (Bizans imparatorluğu) elinde bulunan Anadolu’ya öncü kuvvetler olarak İbrahim Yenal ile Kutalmış’ı görevlendirdi. Bu iki Türk komutanı Erzurum ovasına kadar ilerlediler. Doğu Roma imparatoru da Katakalon komutasında elli bin kişilik bir orduyu Türkler üzerine gönderdi. Gürcü kralı Liparit de kendi kuvvetleriyle bu orduya katıldı.
Türkler, Doğu Roma Ordusunu aramaya başladılar. Güneş batarken Pasinler ovasında bu orduya yetiştiler. Doğu Romalılarla Selçuklular arasında ilk büyük savaş burada oldu. Bütün gece süren çarpışma sonunda düşman bozguna uğradı (1048). Çok sayıda tutsak ve arabalar dolusu mal ele geçti. Tutsaklar arasında Liparit de vardı. Doğu Roma imparatoru, Liparit’i kurtarmak için Tuğrul Beye gönderdiği elçi ile kurtuluş parası verme önerisinde bulundu. Tuğrul Bey, “Ben tüccar değilim” diyerek bu parayı almadan Liparit’i serbest bıraktı. Tuğrul Bey, imparatora gönderdiği bir elçi ile IX. yüzyılda İstanbul’da yapılan ve sonradan yıkılan caminin yeniden yapılmasını istedi. İmparator bu öneriyi uygun görerek camiyi yaptırdı ve Tuğrul Bey adına hutbe okuttu. Fakat vergi vermeyi kabul etmediğinden aralarında bir antlaşma yapılamadı.
Tuğrul Bey zamanında, Anadolu’ya yapılan bu akınlarla kuvvetli kaleler yıpratılmış, ileride yapılacak fetihler ve yerleşme için ortam hazırlanmıştır. Tuğrul Bey, yetmiş yaşında öldü (1063). Adalete önem veren bir devlet adamı, cesur ve değerli bir komutandı. Çocuğu olmadığı için yerine Çağrı Beyin oğlu Alparslan geçti.
Alparslan Dönemi
Alparslan başa geçtikten sonra ilk seferini Kafkasya ve Doğu Anadolu üzerine yaptı. Yanında Alparslan oğlu Melikşah ve veziri Nizamülmülk de vardı. Gürcistan’da Tiflis ve Çoruh Üzerine düşen bölgeleri işgal etti. Gürcistan’ı fethettikten sonra kuvvetli surlarıyla ün yapmış Ani kalesini aldı (1064). Bundan sonra Suriye ve Anadolu üzerine yeni bir sefere çıktı. Tuğrul Bey ve Kutalmış’ın seferlerinden sonra Anadolu’nun kapıları Oğuzlara açılmıştı. Bizans’taki taht kavgaları ile Balkanlar’daki Peçenek, Uz ve Kıpçak saldırıları Oğuzların işini daha da kolaylaştırmaktaydı.
Malazgirt Zaferi
Anadoluya yerleşme hareketi Alparslan zamanında gelişerek devam etti. Selçuklu beylerinden Afşin, öncü bir ordu ile güneyden Anadolu’ya girdi. Amanos dağları ve Antakya yörelerini ele geçirdi. Bizans, Anadolu’nun elden gittiğini görünce en büyük komutanı Romanos Diogenes’i tahta çıkardı. Diogenes Antakya’ya doğru güçlü bir ordu ile harekete geçti. Türk boyları Bizans ordusunun yiyeceklerini yok ederek geriye doğru çekildi. Bizans ordusu Halep önlerine geldi ama Türklerin yiyecekleri yok etmesi yüzünden açlık tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.
Afşin Bey ordusu ile geri çekildikten sonra kuzeyden Sakarya bölgesini işgale başlamıştı. 1069 yılında Konya ele geçirilmişti. Bu arada Fatimiler zayıflamış, karşı olanlar da Şiiliğe son vermesi için Alparslan’ı Suriye ve Mısır’a çağırıyorlardı. Durumu elverişli gören Alparslan 1070 yılında büyük bir ordu ile yola çıktı. Malazgirt ve Erciş kaleleri alındı. Diyarbakır üzerinden Halep’e geçildi. Halep emiri Oğuzlar gibi giyinerek Alparslan’a geldi ve özür diledi, bunun üzerine Alparslan Halep kentini gene onun yönetimine bıraktı.
Alparslan Mısır’a doğru yürürken Bizans İmparatoru’nun büyük bir ordu ile Erzurum’a doğru yürüdüğü ve Malazgirt ile Erciş’i geri istediği haberini alarak geri döndü. Bizans İmparatoru Diogenes Ücretli askerlerle oluşturduğu büyük ordusu ile Türkleri kesin olarak Anadolu’dan kovmak istiyordu. İmparator öncü birliklerini Malazgirt’e gönderdi; bazı birlikleri de Gürcistan’a göndererek arkasını sağlama aldı, yürüyüşünü sürdürdü. Bu arada Alparslan da az bir askerle Bitlis yöresine gelmişti.
İki ordu Malazgirt’te karşılaştı. Bizans ordusu Selçukluların birkaç katıydı. Bu durumda Alparslan askerlerini savaşmakta serbest bıraktı ama hepsi savaş için hazırdı. Türklerin askeri dehaları ve savaş kabiliyetleri ile Bizans ordusu dağılmıştı ve Diogenes esir alınmıştı. Alparslan esir aldığı Diogenes’i serbest bırakmış ve yıllık vergiye bağlamıştı. Ayrıca Antakya’ya kadar olan yöreler Selçuklulara terk edildi. Diogenes geri dönerken Bizans tahtına yeni bir imparator olarak Dukas çıktı ve yenik imparatorun gözlerini oydurdu. Alparslan bu olaylar üzerine Bizans ile anlaşmayı kaldırdı. Anadolu’nun tümünün ele geçirilmesini Selçuklulara hedef olarak gösterdi.
Alparslan’ın Ölümü
1071 Malazgirt zaferi ile artık Türkler, Anadolu’daki varlıklarını pekiştirerek bu bölgeyi yeni yurtları durumuna getiriyordu. Anadolu’nun fethinden sonra Alparslan Doğuya yöneldi. 1072 yılında iki yüz bin kişilik ordusu ile Ceyhun ırmağını geçerek Buhara’ya kadar herhangi bir direniş ile karşılaşmadan ilerledi.
Alparslan, ordusu ile Barzam kalesi yakınına gelince karargâh kurmuştu. Bu sırada kale muhafızı Yusuf, sultanın huzuruna çıkarıldığında ansızın saldırarak Alparslan’ı bıçaklamıştı. Ağır biçimde yaralanan Alparslan birkaç gün sonra 43 yaşında iken 1072 yılında öldü. Alparslan babası Çağrı Bey’in askeri, amcası Tuğrul Bey’in de siyasal dehasına sahipti. Askeri başarılarının yanı sıra kültürün gelişmesi ve adaletin için çalışmıştır. Ayrıca İslam dininin yayılması için de özel bir çaba göstermiştir. Veziri Nizamülmülk de büyük devlet adamı olarak Alparslan’ın başarılarına yardımcı olmuştur.
En Kudretli Hükümdar: Melikşah
Melikşah, hükümdar olduğu zaman henüz on sekiz yaşındaydı. Zamanı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun en parlak dönemi olmuştur. Melikşah, önce amcası Kirman valisi Kavurt’un ayaklanmasını vezir Nizamülmülk’ün başarılı politikası ile bastırdı. Selçukluların iç karışıklıklar ile uğraşması Karahanlılar ile Gaznelileri harekete geçirdi ve belli yerler fethedildi.
İç durumu düzelten Melikşah ilk seferini Toharistan’a yaptı ve bu bölgedeki Gazneliler’i geri püskürttü. Gazne hükümdarının oğlu Mesut, Melikşah’ın kızı ile evlenerek iki hanedan arasında akrabalık kurdu. Bundan sonra Melikşah ilk seferini Kafkasya üzerine yaptı. Selçuklu yönetimini pekiştirmek ve bazı ayaklanmaları kontrol altına almak için böyle bir sefer gerekli görünüyordu. En çok ayaklanma görülen Gürcistan’a girildi ve ayaklanmalar bastırıldı.
Melikşah Kafkasya’yı düzelttikten sonra Anadolu’nun denetimini kardeşlerine bıraktı. Kardeşi Tutuş’a ise Suriye’yi fethetme görevi verildi. Bunun akabinde Kudüs’te bağımsız Türk beyliği kuran Atsız, Selçuklulara bağlandı. Tutuş ise Atsız’ı yay kirişi ile boğdurdu.
Melikşah’ın Musul seferinde Horasan Meliki olan kardeşi Tekiş isyan etti. 1086 yılında Tekiş’in üzerine yürüyen Melikşah onu yenerek gözlerine mil çekip hapse attırdı. Akınlarına devam eden Melikşah orduları Urfa ve Antalya’yı da alarak Anadolu’da yayılmayı sürdürdüler. Melikşah, 1087 yılında Bağdat’ta halifenin elinden taç giydi. 1088 yılında ise Karahanlılar yüzünden Türkistan seferine çıktı ve Doğu Karahanlılar devletini kendisine bağladı. 1090 yılında Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun sınırları Altay Dağlarından Akdeniz’e kadar genişlemişti.
Melikşah’ın Ölümü
Artık Selçuklular Mısır bölgesini fethetmenin planlarını yapıyorlardı. Bu sıralarda Nizamülmülk ile Melikşah’ın arası devlet yönetiminden dolayı bozulmuştu. 1092 yılında ise Nizamülmülk bir Batini tarafından öldürüldü. Nizamülmülk öldürülünce Melikşah ile arasını açan karısı Terken Hatun oğlunu veliaht yapmayı başardı. Vezirinden bir ay sonra Melikşah otuzsekiz yaşında zehirlenerek öldürüldü (1092).
Oğulları Berkyaruk, Mehmet Tapar ve Sencer arasında hükümdar olma kavgası başladı. Her yanda ayaklanmalar çıktı. Büyük imparatorluk parçalandı. Kirman’da, Irak’ta, Suriye’de ve Anadolu’da bağımsız Selçuklu devletleri kuruldu. Anadolu Selçuklu devleti, bunlar içinde en önemlisi ve uzun sürenidir. Müslüman-Türk birliğinin dağıldığı bu sırada, Avrupa Hristiyanları, birleşerek Haçlı orduları meydana getiriyorlar ve Türk-İslam ülkelerine saldırmaya hazırlanıyorlardı. Haçlı seferleri 1096 yılında başlamıştır.
Dağılma Dönemi ( Berkyaruk, Mehmet Tapar ve Sencer)
Berkyaruk, kardeşi ve amcası ile savaştıktan sonra, imparatorluğu yönetimi altında toplayabildi. Fakat uzun süren iç karışıklıklar ve Batınilerin ayaklanmaları, imparatorluğun gücünü yitirmesine neden oldu. Berkyaruk, bu yüzden İstanbul boğazından Anadolu’ya geçen Haçlı ordularına karşı bir girişimde bulunamadı. Anadolu Selçuklu devletine önemli bir yardım yapamadı. Antakya’yı kuşatan Haçlılara karşı gönderdiği kuvvet bozguna uğradı. Haçlılar, Suriye’yi geçerek Kudüs’ü aldılar. Berkyaruk henüz yirmi altı yaşında iken öldü (1104). Yerine kardeşi Mehmet Tapar sultan oldu.
Mehmet Tapar, Batinilere karış savaş açtı. Onların merkezi olan Alamut kalesini kuşattı. Çok sayıda Batini öldürüldü. Musul’u alan Anadolu hükümdarı I. Kılıç Arslan’ı yenilgiye uğrattı. Suriye’de kurulan Haçlı devletlerine karşı ordular gönderdi. Ancak, komutanlar arasında tam bir işbirliği olmadığı için başarı sağlanamadı. Mehmet Tapar’ın genç yaşta ölümü (1117) başlanan işlerin yarıda kalmasına neden oldu. Yerine kardeşi ve Horasan hükümdarı olan Sencer geçti.
Sencer, İsfahan’da bulunan kardeşi Mehmet Tapar’ın oğullarını, kendisinin egemenliğini tanımaları koşuluyla yerlerinde bıraktı. Böylece, Sencer’e bağlı Irak Selçuklu devleti kuruldu. Sencer’in ilk zamanları oldukça başarılı geçti. Gazne şehri Gaznelilerden, Maveraünnehir de Karahanlılardan alındı. Fakat, Karahitayların Maveraünnehir’e saldırılarını önleyemedi. Semerkant yakınlarında Karahitaylarla yaptığı savaşta yenildi (1141). Bütün Maveraünnehir elinden çıktı. Onun, bu başarısızlığı, iç ayaklanmalara neden oldu.
Her yıl yirmi dört bin koyun vergi vermeleri gereken Oğuzlar, İranlı memurların kötü davranışları yüzünden ayaklandılar. Sencer, bu ayaklanmayı bastıramadı. Oğuzların eline tutsak düştü. Üç yıl, tutsak olarak kaldıktan sonra, kaçmayı başardıysa da çok yaşamadı. 1157’de öldü.
Sencer’den sonra, Büyük Selçuklu imparatorluğu kesin olarak parçalandı. Horasan’ı Harizmşahlar aldılar. İmparatorluğun birçok yerinde atabey denilen komutanlar, bağımsız devletler kurdular. Halife de bu karışık durumdan yararlanarak Selçuklu egemenliğine son verdi. Harizmşahlar İran’ı ele geçirerek Irak Selçuklularını ortadan kaldırdılar. Suriye’deki Selçuklu devleti ise daha önce yıkılmıştı. Yalnız Anadolu Selçuklu devleti 1308 yılına kadar sürmüştür.
Büyük Selçuklu Devletinde Kültür ve Medeniyet
Devlet Yönetimi
Selçuklular, eski Oğuz gelenek ve töreleri; Abbasiler, Gazneliler ve Karahanlılar gibi İslam devletlerinin yasa ve yöntemlerinden yararlanarak, her bakımdan üstün bir devlet yönetimi geliştirmişlerdir. Daha sonraki Türk devletleri bu yönetim düzenini örnek olarak almışlardır ve bu usuller Osmanlı İmparatorluğu’nda Fatih dönemine kadar sürmüştür.
Öteki Türk devletlerinde olduğu gibi Selçuklularda da devlet hükümdar ailesinin ortak malıydı. Aile arasından seçilen sultan (hükümdar), devlet başkanı olur, adına hutbe okunur ve para bastırılırdı. Sultanın oğulları, kardeşleri ve akrabaları, imparatorluğun birer bölgesini ona bağlı olarak yönetirlerdi. Bunlara da sultan denirdi.
Devlet işlerinin görüşüldüğü en yüksek organ vezirin başkanlığındaki “Divan-ı Ala” (Divan-ı Saltanat) denilen divandı. Önemli devlet işleri, Divan-ı Ala’da görüşülür ve karara bağlanırdı. Sultanın buyrukları bile bu divanda görüşülüp karara varıldıktan sonra uygulanırdı. Bu divanın altında da daha çok devlet dairesi niteliğinde Divan-ı İnşa (Divan-ı Tuğra), Divan-ı İşraf, Divan-ı Arız, Divan-ı İstifa gibi ikinci derecede divanlar bulunuyordu. Ayrıca posta ve haber alma örgütü Divan-ı Berid, şeriat dışındaki davalara bakan Divan-ı Mezalim gibi divanlar da vardı. Eyaletlerde de oralardaki işlere bakmak üzere divanlar kurulurdu.
Sultandan sonra en büyük devlet adamı vezirdi. Türk tarihinin en önemli veziri ve devlet adamlarından biri olan Nizamülmülk bu dönemde yaşamıştır.
Küçük yaşta eyaletlere atanan şehzadelerin eğitimleri “atabey’lere bırakılmıştı. Atabeylik Türk-İslam dünyasına Selçuklular’ın getirdiği yeni bir kurumdu. Eyaletleri, atabeyi oldukları şehzadeler adına yöneten atabeyler, devletin çöküş döneminde büyük güç elde ettiler. Selçuklular’ın yeni getirdiği kurumlardan biri de kentlerin güvenliğini sağlayan “Şihna”ydı.
Ülkeyi ailenin ortak malı sayan Türk geleneği uyarınca eyaletlerin hanedan mensuplarına ve askeri komutanlara ikta edilmesi Büyük Selçuklu devletinin, eyaletlerin büyük ölçüde merkezin denetiminden çıkması ve irsi eyalet yöneticilerinin varlığı anlamında “feodal” bir nitelik kazanmasına yol açtı.
Ordu
Selçuklular, ordularına çok önem vermişlerdir. Ordu, devletin temeliydi. Ordu başlangıçta Türkmen birliklerinden kuruluyordu. Zamanla orduda büyük bir gelişme sağlandı. Selçuklu ordusunun büyük bölümü aylıklı ve topraklı askerlerden oluşuyordu. Aylıklı askerler, sultana bağlı hassa ordusuydu. Bunlar çeşitli milletlerden alınır ve sarayda yetiştirilirdi. Bunlara Kapıkulu Askeri denirdi. Her an savaşa hazırdılar. Başlarında en değerli komutanlar bulunuyordu. Yılda dört kez aylık alırlardı. Eyaletleri yöneten melikler ve valiler de gelirlerine göre yanlarında aylıklı asker bulundurmak zorundaydılar.
Selçuklular, ülkelerindeki toprakları buradan elde edilen ürünlerin yıllık gelirine göre küçük, orta ve büyük olmak üzere ikta denilen parçalara ayırmışlardı. Bu toprak parçalarının vergisi (öşür), komutanlara, subaylara ve askerlere hizmet karşılığı verilir, buna tımar denirdi. Kendisine, belirli bir toprağın vergisi verilen görevli, savaş zamanında beslemek zorunda olduğu atlı askerlerle birlikte orduya katılırdı. Bunlara sipahi adı verilirdi. Topraklı asker yöntemini bulan ve uygulayan vezir Nizamülmülk’tür. Bu düzenli askerlerden başka, Türkmen birlikleri de orduya katılırdı. Ayrıca gaziyan denilen bir gönüllü sınıfı vardı.
Dil ve Edebiyat
Selçukluların yönetimleri altına aldıkları ülkelerde, Arapça ile Farsça bilim ve edebiyat dili olarak kullanılırdı. Oğuz boyları, buralara geldikleri zaman İran ve Arap kültürünün etkisi altında kaldılar. Selçuklu sarayında ve orduda Türkçe konuşuluyordu. Fakat devletin resmi yazışmalarında Arapça kullanıldı.
Bilim ve edebiyat kitapları Arapça ve Farsça yazıldı. Selçuklular devrinde İran edebiyatı ise çok gelişti. Rübaileriyle tanınmış Ömer Hayyam bu zamanda yetişti. Türkçe eserler yazılmasına da önem verildi. Ahmet Yesevi arı ve güzel bir Türkçe ile dini ve ahlaki öğütlere yer veren şiirler yazdı. Daha başka Türkçe eserler de günümüze kadar kalmıştır.
Bilim
Selçuklular’ın egemen oldukları alanlarda siyasi birliği gerçekleştirmeleri, ticaretin ve iktisadi durumun hızla gelişmesine yardımcı oldu. Ticaret yollarının denetim ve güvenliğinin sağlanması kent yaşamının gelişmesine bilim ve sanatların ilerlemesine yol açtı. Ayrıca Selçuklularda bilginler, yazarlar ve sanatçılar korunurdu.
Nizamülmülk, eğitimin yayılması için birçok yerde medrese açtı. Bağdat’ta Dicle ırmağı kenarında kurulan Medrese-i Nizamiye, o devrin en ileri yüksekokuluydu. Ayrıca öğrencilerine aylık bağlandı. Bunu sağlamak için geniş vakıflar ayrıldı. Her tarafta kütüphaneler açıldı. Bu zamanda tarihe, coğrafyaya, siyasete ve İslam hukukuna ait bir çok eser yazıldı. Bunlar arasında Nizamülmülk’ün Siyasetnamesi, Melikşah adına yenileştirilen Takvim-i Celâli ve Mücmel Tevarih en önemli eserlerdir.
Sosyal ve Ekonomik Durum
Büyük Selçuklu imparatorluğunda halkın bir bölümü göçebeydi. Bunlar, hayvan sürüleri besliyorlar, mevsimlere göre yer değiştiriyorlardı. Göçebelerin çok güzel çadırları vardı. Şehir ve kasabalarda oturanlar, çiftçilik, ticaret ve sanatla geçimlerini sağlıyorlardı. Bilginler, komutanlar, memurlar, din adamları şehir ve kasabaların üstün sınıfını oluşturuyorlardı.
Selçuklular, ekonomik hayatın gelişmesi için çalışmışlardır. Kanallar açılmış, tarlalar sulanarak daha çok ürün alınmıştır. Özellikle pamuk ekimine önem verilmiştir. Ticaretin güvenle yapılması sağlanmıştır. Tüccar eşyası taşıyan kervanlar, imparatorluğun bir tarafından öbür tarafına gidip gelmişlerdir. Kervanların korunması için yanlarına askeri birlikler verilmiştir. Bir saldırıya uğranıldığında zarar devletçe ödenmiştir. Gümrük vergileri kaldırılmıştır. Selçuklular zamanında yün, pamuk ve ipek dokumacılığı çok ileri gitmiştir. Bu dokumalar, İslam ülkelerinin her yanında aranırdı. Maden sanayiinde de başarı sağlanmıştır. Demirden çeşitli silahlar yapılır, gümüş ve altın en iyi şekilde işlenirdi.
Güzel Sanatlar
Selçuklular döneminde mimarlık, çini, süsleme, hat, minyatür, maden, halıcılık vb. sanatlarda önemli yapıtlar üretilmiştir. Bu devirde en çok mimarlıkta gelişme görüldü. Camiler, medreseler, kervansaraylar, hastaneler, türbeler, köprüler yapıldı. Bu yapılardan günümüze kadar kalanlar çok azdır. Savaşlar ve bakımsızlık yüzünden çoğu yok olmuştur. Camilerden en eski örnek İsfehan Mescidi Cuması’dır. Daha başka şehirlerde de bu devirden kalma mescidi cumalar vardır.
Selçuklular, camilere kendi zevklerine en uygun biçimde minareler yapmışlardır. Selçuklulardan kalan bir başka yapı tipi de mezar anıtlardır. Bunlardan kümbetler büyük çadırlara benzer. Dört köşeli, çok köşeli veya yuvarlak biçimlidir. İçten kubbe ile dıştan da piramit veya konik bir çatı ile örtülüdür. Bu türbeler genellikle iki katlıdır. Merdivenle inilen alt bölüm mezardır. Merdivenle çıkılan üst kat ise mescittir. Radkân kümbeti ile Kişmar kümbeti en önemlileridir.
Kubbeli türbelerin en tanınmış olanı, Merv şehrindeki Sultan Sencer’in türbesidir. Selçuklu yapılarında, genellikle tuğla kullanılmıştır. Çoğunda alçı süslemeler vardır. Bu alçı süslemelerde çeşitli arabesk motifler, hayvan ve kuş motifleri, ayrıca av sahneleri ve saray hayatına ait sahneler görülür.
Dini İlimler
İran’da ve Suriye’de birçok müstahkem mevkiyi ele geçiren; gizliliğe, yoğun propagandaya ve bireysel teröre dayalı çalışma yöntemleriyle Selçuklu ülkesi içinde tehdit ve anarşi unsuru olan İsmaililer, Selçukluları kuvvet kullanarak yok etmeye çalıştılar ancak farkında olmadan Sünni ideolojinin güçlenmesine katkı sağladılar.
Nizamülmülk’ün art arda açtığı medreselerle (Nizamiye medreseleri) dini öğrenim bir programa bağlanarak devlet himayesine alındı. Bağdat, Basra, Isfahan, Herat, Nişapur, Merv, Belh, Amul, Musul ve Taberistan’da zengin vakıf gelirlerine ve kütüphanelere sahip medreseler kuruldu. Çağın en ünlü Sünni bilginlerinin ders verdiği bu medreseler Sünni inancın yayılması ve yerleşmesine hizmet ettiği gibi devlet görevleri için Sünni kadrolar da yetiştirmekteydi.
İslam dünyasının büyük fıkıh, kelam ve hadisçilerinden birçoğu Selçuklular döneminde yetişti (Kuşeyri, Gazali, Ebu’l Meali, Abdülmelik, Cüveyni, Şehristani, Zemahşeri, Fahrettin Razi).
Yoruma Kapalı