Anadolu’nun kendine has dokusu gerek kültürel gerek inanç boyutuyla özel bir öneme sahiptir. İnsanoğlunun dünya serüveninin ilk dönemiyle beraber var olmaya başlayan kültürel doku, günümüze kadar zenginleşerek çoğalmıştır. En eski yazılı kaynaklarda, tarihin bilinen en önemli olaylarının bir kısmı bu coğrafyada gerçekleşmiştir. En eski destanlardan biri olan Truva savaşı Anadolu’da gerçekleşmiştir. Çorum ve çevresi, insanoğlunun ilk şehirleşmelerinin kurulduğu bölgelerdendir. Bilinen en eski yapılar Urfa Göbeklitepe’de ortaya çıkmıştır. Bu gibi pek çok örnek vermek mümkün elbette. Tüm bu birikim, her yeni misafirle birlikte yeniden şekillenmiş, tatlanmış ve ortaya harika bir aşure çıkmıştır. Anadolu, tıpkı aşure gibi tümüyle bir tat verirken, birleşen öğeler kendi içinde lezzetlerini korumaya devam etmiştir.
İlk mitler kısmen destanlar, kıssalar ve nihayetinde menkıbeler, halkın edebiyatını, inancını, tarihini ve kültürel yapısını ortaya koyan, ipuçları veren ve deruni bir mana ihtiva eden unsurlardır. Bu yazımızda menkıbeler ve manaları üzerinde kısa kısa bilgiler vermeye çalışacağız.
Anadolu’da yaygın olan bir deyim vardır: “Şeyh uçmaz, mürid uçurur” veya “Dede uçmaz, talip uçurur”. Halk her zaman abartılı anlatmayı sevegelmiştir. Menkıbeler de kısmen bu durumu onaylar niteliktedir. Menkıbe, genelde dini önderlerin (şeyh, pir, evliya vs.), hayatlarından, genellikle abartılı kısa pasajlar sunan anlatılardır. Tüm halklarda önemli yere sahip olsa da zamanla önemini kısmen kaybetmiştir. Alevi/Bektaşi sözlü geleneğinde ise günümüze kadar önemini yitirmemiş olan menkıbeler, içerdiği deruni manalar ile süreğin devamlılığını sağlamaktadır. Özellikle Hz. Ali ve Hacı Bektaş Veli hazretleri ile ilgili anlatılan menkıbeler önemli konumdadır. Menkıbelerin bir diğer özelliği de belli bir ilme sahip olan Ariflerin kitaplarda ortaya koyduğu batıni ve felsefi bilgilerin halka inmesini sağlamayı amaçlamasıdır.
Örneğin, en fazla anlatılan menkıbelerden biri İmam Ali’nin kendi cenazesini taşımasıyla ilgili olan menkıbedir:
“İmam Ali, aldığı hançer darbesiyle zehirlenmiş ve ölüm döşeğindedir. Oğulları İmam Hasan ve İmam Hüseyin’i yanına çağırarak, vefatının yaklaştığını ve ruhunu teslim ettikten sonra cenazesiyle ilgili şöyle bilgiler verir: “Oğullarım, ben ruhumu teslim ettikten sonra kapıya yüzü nikaplı bir bedevi gelecek. Cenazemi ona veriniz. Onun kim olduğunu sormayın, konuşmayın ve sakın arkasından bakmayın.”
İmam Ali’nin ruhunu teslim etmesinden sonra aynen dediği gibi kapıya bir bedevi gelir. Cenazeyi gelen bedeviye teslim ederler etmesine ama bu gelenin kim olduğunu da çok merak ederler. Bedevi, İmam Ali’nin cenazesini bir devenin üzerine koyar ve yola düşer. Cenazenin arkasından bakmazlar ama özellikle İmam Hasan daha fazla dayanamaz ve hemen arkasından koşar bedeviye yetişir. Yalvarmaya başlar: “Kurban olayım göster yüzünü, babamı nereye götürürsün, bir şey söyle.” Bedevi, İmam Hasan’ın yoğun ısrarlarına dayanamaz, en sonunda nikabını kaldırır. İmam Hasan, nikap kalkınca karşısındaki kişiyi hayretle izler, zira karşısında duran kişi babası İmam Ali’dir. O ki Şah-ı Velayet kendi cenazesini kendi götürmektedir.”
Bu anlatılan menkıbeye elbette tarih kitaplarına rastlamak mümkün değildir. Bu menkıbe özünde ölmeden önce ölmeyi düstur edinmiştir. Tasavvuf ehlinin “ölmeden önce ölmek” düsturunu, okuma yazma bilmeyen halk tabakasına ulaştırması bu menkıbe ile gayet kolay olmuştur elbette.
Menkıbeler sadece sözlü gelenek ile yayılmamıştır. Anadolu’da yaşamış pek çok dini liderin menkıbenameleri mevcuttur. Menkıbenameler veya menakıbnameler, konu edindiği kişiden çok sonra kaleme alınmış eserler olup kişi hakkında sözlü olarak anlatılan menkıbelerin bir araya getirilmesiyle oluşmuşlardır. Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi, Hz. Hünkar’ın Hakk’a yürümesinden yaklaşık iki yüz sene sonra yazılmış bir eserdir. Keza Ahmet Eflaki’nin kaleme aldığı “Ariflerin Menkıbeleri” isimli eseri Mevleviyye’nin önemli kişiliklerine ait menkıbelerin derlendiği bir eserdir ve Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi hazretlerinin döneminde yazılmaya başlanmıştır. Evhadüddin Kirmani’ye ait menakıbname de yine hazretin Hakk’a yürümesinden sonra kaleme alınmıştır. Bu örnekleri daha da çoğaltmak pekala mümkündür. Menkıbe sahibinin yaşadığı dönem ile menakıbnamesinin yazılmaya başlandığı dönem ele alındığında aradaki zaman farkı ve anlatılan menkıbenin ne kadar abartılmaya müsait bir dönemden geçtiği çok net bir şekilde görülmektedir.
Sadece İslamiyeti seçmiş halk değil Hristiyan halk arasında da menakıbnamelere rastlamak mümkündür. Aziz George ve Ejderha menkıbesi efsane ve mitlerden de kopyalar ile ortaya çıkmış bir menkıbe olmakla beraber ihtiva ettiği anlam Hristiyanlığı övmektedir. Menkıbede Aziz George’un öldürdüğü ejderha, şeytan veya kötülüğü temsil ederken, kurtardığı prenses de hristiyanlaşan halkı temsil etmektedir. Kısacası Aziz George, Kapadokya halkını hristiyanlaştırarak halkın ahiretini kurtarmış, şeytana olan bağımlılıklarından uzaklaştırmış ve Tanrı yoluna sevk etmiştir.
Menkıbelerin daha da abartılı olan hallerini mitler oluşturmaktadır. Mitlerin de asıl vermek istediği mesajlar ortaya çıkmaktadır. Daha önceki yazılarda çokça bahsettiğimiz Hürmüz ve Ehrimen arasındaki savaş, aslında insanın kendi içerisindeki ruhu ve nefsinin savaşıdır. Ruh, nur ve aydınlık iken; nefs, karanlık ve kötü tarafı temsil etmektedir.
Hayat, yüklendiği manalar ile anlam kazanır, tıpkı Anadolu’nun menkıbeleri gibi…