Büyük filozof Sokrates’in öğrencisi olan Platon’un (Doğu’daki adıyla Eflatun’un), “mağara alegorisi”, insanın doğumundan itibaren toplumsal kurallar çerçevesinde kazanmış olduğu bakış açısını kırmasına yönelik bir alegoridir. Mağara alegorisi sadece tabuları yıkma eğilimli değil aynı zamanda “idealar” dünyası fikrini destekleme amacı güder. Peki nedir bu mağara alegorisi?
“İnsanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmiş ve bu insanlar başlarını sağa ve sola çeviremezler; sadece karşılarındakini görebilmektedirler. Doğuştan bu mağarada bulunan insanlar, mağaranın girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görür ve bunları gerçeklikleri olarak algılarlar. Nihayet bir gün bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden kurtulur ve mağarayı terk eder. Mağarayı terk eden bu insan mağaranın dışında yeni bir gerçeklik ile tanışır ve duvarda gördüğü gölgelerin gerçek olmadığının farkına varır. Bunu mağaradaki arkadaşları ile paylaşmak üzere mağaraya geri döner. Mağaradaki arkadaşları ise mağaranın dışında farklı bir gerçeklik olduğuna inanmazlar. Ve bu insanlara mağaranın dışındaki gerçekliği aktarabilmek de imkansızdır.”
Alegoriye göre insanların bağlı olduğu zincirler, toplumun kuralları ve tabularını temsil ediyor. Dolayısıyla hakikati bulmak için evvela toplumsal kaygılar, kurallar ve tabuların yıkılmasına çalışılmalıdır. Yıkılmadan kasıt elbette anarşizm değildir. Bu yıkım bireyin iç dünyası ile alakalıdır. Gerçeğin peşine düşenler, başta dogmatik inançlar olmak üzere, tüm tabulardan sıyrılıp da aramaya çıktığında ilk olarak gölgelerin kaynağını arayacaktır. Gölgelerin kaynağını ararken, ışık kaynağını fark eder. Bu şekilde hakikat olan mağaranın dışındaki gerçekliği keşfetmiş olur.
İdealar dünyası fikri de bu noktada devreye girer. İdealar dünyası, muhtemelen ahiret inancının temellerini oluşturur. Platon’a göre gerçek dünya idealar dünyasıdır. Yaşadığımız dünyadaki hiçbir şey gerçek değildir. Gerçek olan idealar dünyasıdır ve yaşadığımız dünya idealar dünyasının bir yansımasıdır. Söz konusu mağara insanın iç dünyasıdır bir nevi. Zira her şey insanın kendisini değiştirmesiyle mümkündür.
Asaf Halet Çelebi’nin “mağara” şiiri belki de bu alegoriden yola çıkılarak yazılmıştır.
“İçimdeki mağarada
kurumuş ölüler yatar
zehirle gülen zümrüt
ve yakut yatak içinde
bir zaman
beni uğurlamaya gelen
haramîler
İçimdeki mağarada
bir yığın kitap var
bakınca yakından
tasvirlerin gözleri oynar
ve konuşur
hepsinin yüzleri benim yüzüm gibi
ve gözleri benim gözüm gibi”
Gerçeğin farkına varanlar, toplum tarafından anlaşılması güç insanlara dönüşürler. Bazen deli, bazen veli olan bu insanlar bazılarının zincirlerini çözebilirse de mağaranın dışına çıkarmaları mümkün olmayabilir.
Ve hakikatin savunucuları, Kehf suresinde anlatılan ashab-ı kehf (Mağara Arkadaşları) gibi bazen bu mağaraya kaçarlar. Bazen de inzivaya çekilmek için en ideal yerdir mağaralar. Buna göre hakikati reddedenlerden kaçmak için sığınılan mağara bir gün anne rahmi gibi bir doğumun gerçekleşmesine vesile olacaktır. Hacı Bektaş’taki “delikli taş” tam da bunu temsil eder. Anne rahmine benzeyen delikli taştan geçen insanlar yeniden doğduklarına inanırlar, dolayısıyla bu geçiş eyleminin bir arınma ritüeli olduğu söylenebilir.
Alegori: Bir düşünceyi, davranışı ya da eylemi, daha kolay kavratabilmek için onu, yerini tutabilecek simgelerle, simgesel sözlerle, benzetmelerle göz önünde canlandırma işi.