Şia (Şiilik) Nedir?

Benzer İçerikler

Nedir?

Şia kelimesi sözlükte “taraftar, arkadaş, yardımcı, fırka” gibi manalara gelmektedir. Kelime Kur’an-ı Kerim’de “fırka, bölük” manasında kullanılmıştır. Terim olarak Şia, Hz. Peygamberin vefatından sonra sadece Hz. Ali ve onun soyundan gelenleri halifelik (imamet) için uygun gören, onu nass ve tayinle meşru halife olarak kabul eden, ondan sonraki halifelerin de onun soyundan gelmesi gerektiğine inanan topluluklara verilen isimdir.

Şiilik, en temel anlamda “Ali’ye yandaş olan kişiler” anlamına gelmektedir. İlk etapta siyasi altyapısı olan bu ayrılık, süreç içerisinde kendi mefhumunu ve dini çerçevesini oluşturarak mezhep haline gelmiştir.

Ehl-i Bid’a Mezhebi olarak kabul gören Şiiliği benimseyenlerin nüfusu Müslümanların %10’u civarındadır. Bu oran İran’da % 90, Irak’ta % 60, Bahreyn’de % 55 dolaylarındadır. Ayrıca Yemen, Lübnan, Suriye, Kuveyt, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Suudi Arabistan, Azerbaycan ve Türkiye’de Şiilik taraftarları bulunmaktadır.

Şiiliğin Ortaya Çıkışı

Şii geleneğin ortaya çıkışına dair çok çeşitli görüşler mevcuttur. Ancak Hz. Ali’nin halifeliği sırasında Şia manasında bir görüş yoktur. Zira Hz. Ali meşru halife olarak, bütün Müslümanlarca kabul edilmektedir. Bu itibarla Hz. Peygamber devrinde olmadığı gibi Hz. Ali devrinde de mezhebi anlamında Şiilikten söz etme imkanı yoktur.

Şiilik Hz. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin’in Kerbela’da feci şekilde şehit edilmesinden sonra (608), siyasi bir fırka olarak oluşmaya başlamıştır. Hz. Hüseyin’in intikamını almak üzere oluşan grup zamanla genişlemiş, dini bir hüviyet kazanarak İslam tarihindeki Şia hareketi başlamıştır.

İlk Şia hareketleri şunlardır; Şia-i Ula, Mufaddıla, Sabbe ve Galiye.

Şia-i Ula

Hz. Ali’nin hilafetine yardım eden, devrinde çıkan olay ve savaşlarda onun yanında yer alan ashab ve tabiine verilen addır. Onlara göre Hz. Ali zamanın en faziletlisi olup meşru halifedir. O’nun hilafetini tanımayanlar ise asidir Bu grup zamanla Ehl-i Sünnete dahil olmuş ve onların içinde erimiştir.

Mufaddıla

Abdullah b. Sebe’den kaynaklanan bir harekettir. Hz. Osman devrindeki karışıklıklarda ortaya çıkmıştır. Hz.Ali’nin bütün sahabeden daha faziletli olduğunu ve Hz. Peygamber tarafından halife olarak seçilip tayin edildiği görüşünü yaymaya çalışmıştır. Bunlar Hz. Ali’yi bütün ashaptan daha faziletli (efdal) kabul ederler ancak sahabeleri reddetmezler. Daha sonraları ortaya çıkan Zeydiye bu fırkadan doğmuştur.

Sabbe

Mufaddıla’nın radikal halidir. Abdullah b. Sebe’nin süreç içerisinde görüşlerinin sertleşmesi ile ortaya çıkmıştır. Sözlük anlamı “dil uzatmak, haysiyet kırıcı sözler sarfetmek” olan sebb kökünden türemiştir. Terim olarak “bir kimseyi veya zümreyi layık olmadığı kötü şeylerle ananlar” manasına gelir.

İbn-i Sebe, İlk üç halifeyi Hz. Ali’nin hilafet hakkını gasp edenler olarak takdim etmiş ve onlara dil uzatmaya (sebbetmek) başlamıştır. Müslüman dünyasındaki ilk keskin kamplaşma bu grubun varlığı ile meydana gelmiştir. Bu gruptan da zamanla İmamiye fırkası doğmuştur.

Galiye

Hz. Ali’nin Tanrı olduğu veya tanrının ona hulul ettiği görüşünü benimseyenlere de Galiye denmiştir. Hz. Ali aşırılıklarından dolayı bunları cezalandırmış, İbn-i Sebe’yi de sürgüne göndermiştir. Ancak o sürgünde de faaliyetlerini sürdürmüştür. Galiye’den zamanla aşırı Şia olarak kabul edilen, Gulat-ı Şia dediğimiz fırka doğmuştur.

Kendi arasında pek çok kollara ayrılan, bu kollar arasında birçok fikir ayrılıkları olan Şia’nın temel prensiplerini şu şekilde özetlemek mümkündür.

  1. Her şeyden önce hilafet veya imamet dinin rükünlerinden sayılır. Bu bakımdan Hz. Peygamber, kendisinden sonra gelecek halifeyi tayin etmiştir. Bu zat ise Hz. Ali’dir.
  2. Dolayısı ile Hz. Peygamberden sonra insanların en faziletlisi Hz. Ali’dir.
  3. Ali ve onun soyundan, nass ile tayin edilen bütün imamlar, büyük ve küçük günahlardan korunmuşlardır (masumdurlar).
  4. Ali’nin dışındaki üç halife, onun hakkını gasp ettikleri için zalimdirler. Onlara biat edenlerden uzak durmak gerekir. Hz. Ali ile diğer Müslümanlar arasında ortaya çıkan kanlı savaşlarda Hz. Ali haklı, karşı taraf ise haksızdır.
  5. Şiilerin bir kısmına göre büyük günah işleyen kimse, tevbe etmeden öldüğü takdirde, ebedi olarak cehennemde kalacaktır.

Şiirlerin Galiye kolu aşırı görüşleri benimseyenlerden oluşmuştur. Yahudi ve Hıristiyanlardan etkilenmişlerdir. Bilhassa Yahudilerdeki Mesih görüşü ile, Hristiyanlardaki hulül görüşü bu fırkanın fikirlerinin temelini oluşturmuştur. Bu fırkanın önemlilerinden olan Sebeiyye ve Nusayrilik şu şekilde örgütlenmiştir.

Sebeiyye

Mezhebin kurucusu, Abdullah b. Sebe’dir. Sebeiyye aslında bütün Galiye fırkalarının temelini teşkil eder. Abdullah b. Sebe’ye göre Hz. Ali Hz. Peygamberin vasisidir. Dolayısı ile Hz. Peygamberin yerine onun geçmesi gerekirdi. Daha da ileri giderek Hz. Ali’ye uluhiyet” (tanrılık) isnat etmiş, bu tuhaf ve İslam dışı görüşüne taraftar da bulmuştur. Hz. Ali, durumun arzettiği ciddiyeti görerek onu sürgüne göndermişti.

Hz. Ali şehit edilince onun ölümünü kabul etmemiş. Hz. İsa gibi göğe çıktığını iddia etmişti. Abdullah b. Sebe bu minval üzere faaliyetlerine devam etmiş, Müslümanlar arasına pek çok nifak tohumları atarak karışıklıklara sebep olmuştur,

Nusayrilik

Muhammed b. Nusayr (ö. 883) tarafından kurulmuş aşırı şia fırkasıdır. Tarihi de oldukça gizli kalmıştır. Malazgirt savaşından sonra (1071) Antalya’yı ele geçirdiler. Daha sonra 1098’de Fransızlar bölgeyi işgal edince, Nusayriler de onların hakimiyeti altına girdiler. Görüşlerinin temelini Hz. Ali’nin ilahlaştırılması teşkil eder. Onlara göre Hz. Ali Tanrıdır. Şehadet kelimeleri de ”ben Ali’den başka ilah bulunmadığına şehadet ederim” şeklindedir.

Bazılarına göre Hz. Ali göktedir; diğer bazısına göre ise aydadır. İslam’ın beş şartına da şu şekilde inanırlar:

  1. Şehadet: “Ali’den başka ilah bulunmadığına şehadet ederim” onların şehadet anlayışlarını dile getirir.
  2. Namaz: Müslümanlar gibi namaz kılmazlar. “Ali, Muhammed ve Selman’ı yüceltiriz.” demek sureti ile namaz kılmış olurlar. Ayrıca abdest almak diye bir şeyde yoktur.
  3. Oruç: Müslümanlar gibi oruç tutmazlar. Onlara göre oruç sessizliktir. Ramazan günleri, onların kutsal kişilerini temsil ederler.
  4. Zekat: Nusayrilerde Müslümanlar gibi zekat müessesesi de yoktur. Zekatın manası dini öğrenmek ve öğretmektir. Aynıca şeyhlerine verilen paralar da zekat yerine geçer.
  5. Ziyaretler: Nusayrilikte kutsal sayılan yerlere yapılan ziyaretler, haccın yerine konmuştur. Ziyaret yerleri beyaza boyanıp önemli şahıslarınkine kubbe yapılır. Bu yerler genellikle su kenarlarında ya da ağaçlık tepelerde bulunur.

Şia’nın diğer önemli kolu olan İmamiye grubu birçok fırkadan oluşur. İmamiye’ye göre imamet. Hz. Ali’den başlayarak onun oğulları ve çocuklarına nisbet edilir. İmamet Allah’ın emri ve Hz. Peygamberin tayini ile olur. Böylece 12 imama inanmak dinin asıl rükünlerindendir. İşte bunlara “İsna Aşeriye” (on ikiciler) veya İmamiye adı verilir.

İmamiye fırkalarından belli başlılarını şu şekilde sıralayabiliriz: İsna Aşeriye, Zeydiye, İsmailiye ve Dürzilik.

İsna Aşeriye (İmamiyet)

Hz Peygamberin vefatından sonra Hz. Ali ve onbir oğlunu Allah’ın emri, Hz. Peygamberin tayin ve vasiyeti ile meşru imam kabul edip 12 imama inanmayı dinin aslına dahil bir rükün olarak kabul edenlerin mezhebidir. Günümüzde genellikle Şia denince bu fırka anlaşılır.

12 imamı kabul ettikleri için İsna Aşeriye (on ikiciler), imama inanmayı imanın şartlarından biri olarak gördükleri için İmamiye; itikad, ibadet ve muamelatta İmam Cafer es-Sadık’ın görüşlerine dayandıkları için Caferiye olarak da anılırlar.

İsna Aşeriye’ye göre imamet Hz. Ali ile başlar, oğlu Hasan’dan sonra Hüseyin’e intikal eder, ondan sonra da babadan oğula geçer ve on iki imam tamamlanır. 12 imamın listesi şöyledir:

1- Ali b. Ebi Talib (ö.661)

2- Hasan b. Ali (ö.670)

3- Hüseyin b. Ali (ö.680)

4- Ali Zeynelabidin (ö.712)

5- Muhammed el-Bakır (ö.732)

6- Cafer es-Sadık (ö.765)

7- Musa el-Kazım (ö.799)

  1. Ali er-Rıza (ö.818)

9- Muhammed el-Cevad (ö.835)

10- Ali el-Hadi (ö.868)

11- Hasan el-Askeri (ö.873)

12- Muhammed el-Mehdi

Bunlardan sonuncusu olan Muhammed el-Mehdi, Samerra (Irak) bölgesinde evinde Serdab’a (yer altı odası, bodrum) girmiş, oradan kayıplara karışarak bir daha geri dönmemiştir. Böylece Şii inancına göre son imam ölmemiş, bu alemden ayrılmıştır (el-imam el-gaib). Mehdi, Bir gün geri dönecek, Şia iktidarını kurarak, zulmün hakim olduğu yer yüzünü adaletle dolduracaktır.

Şia dışındaki İslami kaynaklar. Muhammed el-Mehdi’nin 888 tarihinde vefat ettiğini kabul ederler.

Zeydiye

İmamiye Şiasının dördüncü imamı Ali Zeynelabidin’in oğlu Zeyd ve ondan sonrakilere tabi olanlara verilen addır. Şii mezhepler arasında en mutedili ve Ehl-i Sünnet’e en yakın olanıdır. Zeydilik Güney Yemen’de günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Bugün de Yemen’in resmi mezhebi durumundadır.

Görüşleri şöyle özetlenebilir:

  1. Bütün Şia gruplarında olduğu gibi Zeydiyenin de dayandığı ana görüş imamet meselesidir. Belli şartları olan kişiler İmam olabilir. Onlara göre hilafet nassa dayanmaz. Bu görüşleri ile diğer Şia fırkalarından ayrılırlar. İmamette veraset ve vesayet söz konusu değildir.
  2. Büyük günah işleyenin arkasından namaz kılmak caiz değildir. Böyle bir kimse tam manası ile tövbe etmeden ölürse ebedi olarak cehennemde kalacaktır.

Zeydiye ameli konularda genellikle Ehli Sünnet’in Hanefiye mezhebine yakın bir görüş benimser. Kendi aralarında çeşitli fırkalara ayrılmışlardır.

İsmailiye

Aşırı görüşleri olan Şii mezhebi İsmailiye imamiyenin altıncı imamı Cafer es Sadık (ö. 765)’ın ölümünden sonra ortaya çıkmıştır. Bunlar 7. imam olarak Cafer es Sadık’ın büyük oğlu İsmail’i kabul etmişlerdir. Böylece imamiyeden ayrılıp yeni bir fırka kurmuşlardır. Zaman içinde Brahman, Budist ve Yeni Eflatuncu unsurlarla birbirine karışmış, İslami görüntüsü kaybolmuş, tarihteki Fatimi devletinin kurucusu olmuşlardır.

Görüşleri genel olarak Batıniye’ye dayanır. İslamiyete zararlı bir unsur olmuşlardır. Sabah, öğle ve akşam olmak üzere günde üç vakit namazı kabul ederler. Bunlar da kendi aralarında çeşitli gruplara ayrılmışlardır. Her grubun kendine has inanış biçimleri vardır.

Dürzilik

Dürzilik, Şiiliğin İsmailiye kolundan doğmuştur. Yavuz Sultan Selim devrinden beri, Osmanlı Türklerinin başına gerek siyasi gerekse askeri yönden birçok dertler açmışlardır. Günümüzde genellikle Lübnan. Suriye, Filistin ve Ürdün’de bulunurlar.

Allah onlara göre yedi imama hulul etmiş, neticede Hakim bi-Emrillah suretinde tecelli etmiştir. Bu zat aynı zamanda da peygamberdir. Batıni bir izah tarzı ile karmaşık bir inanç sistemi oluşturmuşlardır. Dürzilere göre ahiret hayatı ile ilgili cennet, cehennem, ceza, mükafat gibi hususlar hep bu dünyada söz konusudur. İslâm esaslarını hiçe saydıkları ve iman esaslarını da keyfi bir şekilde bozup değiştirdikleri için, onları İslam topluluğu içinde mütalaa etmek hayli güçtür.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İlginizi Çekebilir

Tanrı ve İnsan – 2

Eşref-i mahlukat olarak addedilen insan, bu özelliğiyle tasavvufta daha da derin anlamlar yüklenerek yüceltilmiştir. İnsan’ın Yaratıcının yer yüzündeki halifesi...